Our Feeds

8 Mart 2021 Pazartesi

Hürriyet Yaşayanlar

MELİH AŞIK’TAN BİR ANI...

 


anılar anılar

DUYGU ASENA İLE...


Liseli bıçkınlarız... Sene 60'lar... Kadıköy Altıyol'daki evimizin hemen yanında küçük boş bir arsa var. Oradaki gazoz fabrikasının işçileri ile minyatür maçlar yapıyoruz. Çalımlar atılıyor, artistik hareketler birbirini izliyor, goller sıralanıyor. Arsayı çeviren üç dört katlı evlerin pencerelerinden bizi izleyenler oluyor. Fakat camın önünde oturan o abla ile kardeş bize hiç bakmıyor. Abla ile kardeş; Duygu Asena ile kardeşi İnci Asena... Evin yatak odası bizim arsaya bakıyor. Orasının yatak odası olduğu camın kenarındaki ranzadan anlaşılıyor. Günün epey bir saatinde abla kardeş odada çene çalıyorlar. Biri ranzanın alt katına oturuyor, öteki ayakta, durmadan konuşuyorlar. Mevzular o kadar ateşli olmalı ki, başlarını çevirip pencereden dışarı birkaç saniye göz attıkları bile vaki olmuyor. Oysa biz mahallenin serserileri onlar için ne atraksiyonlar yapıyoruz sahada. Tek gözümüz topta, tek gözümüz onların penceresinde. İkisi de alımlı kızlar. İnci Asena birkaç yıl  sonra güzellik kraliçesi de seçildi malum. Bize gelince... Biz haytaların kızlarla medeni ilişkiler kuracak cesaretimiz yok. Ne babamız zengin, ne altımızda otomobil var, ne giyim kuşam fiyakalı, ne karizma yerinde. Ne de kızların gözü bizi görüyor...

Dönüyoruz sahaya...

                                  xxx

Maç yapan iki takımdan birinde Piç Selçuk da oynuyor. Semt sahalarının kralıydı Selçuk. Bıçkınların da en bıçkını. Bir ara Fenerbahçe A takımında bile oynadı. İşte o Selçuk, penceredeki kızların bir türlü bize dönüp bakmayışına benim gibi içerlemiş olmalı ki, "durun bir dakika" dedi. Durduk. Topu yüksekçe bir yere dikti. Gerildi, gerildi. Anladık ki maksadı topu kızların penceresinden içeri sokmak. Hızla geldi şutunu attı.

Top kızların penceresi hizasında gitti fakat cama yaklaşınca irtifa kaybetti ve "şangırrrr" diye alt katın penceresinden içeri girdi. Kızlar aşağı kata koştu. Selçuk bir şey olmamış gibi sakin şekilde eve gidip kapıyı çaldı. Kapıyı kızların babası açtı. Selçuk önce özür diledi. Topun pencereye kaza sonucu isabet ettiğini anlattı. Sonra ortadan kayboldu. Yarım saat sonra bir camcıyla geldiklerini gördük. Cam o gün takıldı. Sonraki günlerde kızlar yatak odası sohbetini sürdürdüler. Selçuk bir daha mahalleye gelmedi...

                                                       xxx

Duygu ile yıllar sonra gazete koridorlarında tanıştık. İyi arkadaş olduk. Onun "Kadının Adı Yok" romanını okurken ağlayacak gibi olmuştum. Uzun bir mektup yazdım ona. Duygularını paylaştım. Kitap malum kadınların esaretini anlatır. Onların tek varlık sebebi vardır,erkeklere kayıtsız şartsız itaat etmek. Bu yüzden ömür boyu türlü çeşitli baskılar altında inler, kişiliklerini bulamaz, hayatın tadını alamazlar. Kız güzelse, varlıklı bir aileden ise durum değişir, onlar şımartılır, zengin çocuklarıyla ilgilenir, bizim gibilere yüz vermezler. O yılların Türk filmleri malum. Senaryo zengin erkek fakir kız veya çoğunlukla fakir delikanlı şımarık zengin kız üzerine kuruludur. Ancak filmlerde mutlu son vardır. Gerçek hayatta ise fakir (zengin olmayan) erkek sap olarak kalır. Delikanlılar o yüzden erkek erkeğe takılır. Mahallenin büyüklerinden Yener Abi bir gün çekti bizi kenara sordu:

- Sizin niye kız arkadaşınız yok, bakın mahallede ne güzel kızlar var?

- Abi teklif ederiz kabul etmezler diye korkuyoruz...

- Ne farkeder öyle de yok böyle de yok. Belki biri kabul eder...

Abi doğru söylüyordu ama bizde o cesaret yoktu işte.. Kızlar bizi beğenmez diye bir ön yargı yalnız bende değil mahalle arkadaşlarında da yaygındı.  Güzel bir kızla gözgöze gelmek bile bizim için yeterli mutluluktu. 

                                   xxx

Bizim kişiliğimize (aslında tüm topluma) ülkedeki sınıf farkı damga vurmuştu...Üstelik bu sınıf farkının gayet doğal ve haklı kazançlardan kaynaklandığını ve sonsuza dek böyle sürüp gideceğini düşünürdük. Ne zamana kadar mı? Sosyalizmi öğrenene kadar. O yüzden Mülkiye'nin birinci sınıfında Mümtaz Soysal'ın derslerinde sosyalizmi öğrenir öğrenmez ayıldık, sosyalist olduk. 27 Mayıs'ın getirdiği özgürlük havası içinde her şeyi yeniden düşünme fırsatını bulduk... İsveç yılları sınıf farklarının büyük olmadığı bir toplumda insan kişiliğinin nasıl şekilendiğini görmek açısından yararlı oldu. 

Peki o gençlik yıllarının etkisi üzerimizden silindi gitti mi? Ne gezer. Hiçbir zaman, kadınlarla medeni ilişkiler kuran o nazik salon beyefendileri gibi olamadık. Mesafeyi bir türlü ayarlayamadık.


                                  xxx


Duygu'nun ilk kitabı olan "Kadının Adı Yok" ilk yayınlandığı 1987 yılı içinde tam 40 baskı yaptı. Bir patlamaydı bu.

Duygu Türkiye'de kadınlara, kimliklerini, kişiliklerini, kadın olmakla doğan haklarını hatırlattı.

Biz erkekler de bilvesile kadınları biraz olsun tanımak fırsatını bulduk!

Zeki,cesur ve mütevazi bir kadındı o...

Yüzünden hüzün hiçbir zaman eksik olmadı ama çok kadının yüzünü güldürdü. Onların mutluluğuna katkıda bulundu.

Kadın haklarının bu öncü savaşçısını derin saygı ve sevgiyle anıyorum...

About Us

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Non enim quaero quid verum, sed quid cuique dicendum sit. Duo Reges: constructio interrete.

Et quidem illud ipsum non nimium probo et tantum patior, philosophum loqui de cupiditatibus finiendis.